29 Nisan 2013 Pazartesi

Minibüs

        Hava oldukça soğuktu. Üşüyordum üşümesine de hiç canım içeri girmek istemiyordu. Hem nasılsa dayanma gücümün sonuna gelmiştim, birazdan pes edip içeri girmek isteyecektim. Ben aklımdan bunları geçirir bir yandan da onunla muhabbet ederken telefonu çaldı. Telefonunu o kadar sıcak bir biçimde açtı ki kim olduğunu oldukça merak ettim. Neşeli neşeli muhabbet ediyordu. Üşüdüğümü fark etmiş olmalı ki elimi cebine sokmamı işaret etti. Çok hoşuma gitti bu teklif, ikiletmedim. Elimi cebine sokmamla "Can, bu ne!?" diye sormam bir oldu. Şaşkınlığı görülmeye değerdi. O kadar komikti ki ben aklından cebinden çıkıp da onu utandırma olasılığı olan binbir farklı şeyin geçtiğini  çok açık bir şekilde gördüm.

18 Nisan 2013 Perşembe

Çişim geldi

        Ben kendimi bildim bileli kadın-erkek kalıplarına karşı çıkarım. Mesela küçükken erkekleri çok kıskanırdım ayakta işedikleri için. Nasıl bir rahatlık, nasıl bir mutluluk o öyle. Çıkar ve işe. Bu kadar. Oysa kadınlar için... Uygun ve temiz ortam bul, pantolon varsa düzgünce indir, toplu tut, düşmesin, kirlenmesin, etek varsa topla allah topla. Yok arkadan sarkmasın da kirlenmesin onunla uğraş. İlkokulda birkaç kere eteğimi kirletmişliğim vardır benim öyle. Allahtan kafam çalışıyormuş hemen ters eteğimi çevirip kirlenen kısmı öne getirirdim de su sıçramış(!) gibi yapardım. Tabi bir de eteğimizin lacivert olmasının verdiği avantaj da var. Neyse, konuyu dağıtmayalım. Kadınlar ve erkeklerin fizyolojik farklarından dolayı varolan işeme zorluğu konumuz.

11 Nisan 2013 Perşembe

Kartpostallarım gelmiş, zehey

        Bugün iki kartpostal birden ulaştı elime! Tesadüfen iki kişi de aynı gün göndermiş, birisi Los Angelestan bir diğeri de Toronto, Kanadadan. Bir tanesinde yazılanları okumakta inanılmaz zorlandım! Hala hepsini çözebilmiş değilim, alışmadığın el yazılarını okumak gerçekten zormuş. Benim yazım da çok estetik görünmekle beraber (nasıl da mütevaziyim..) inanılmaz zor okunur. Acaba benim gönderdiğim kişiler nasıl okuyor, bunu düşündüm :) Dolmakalemle yazıyorum üstelik... Diğerini daha kolay okudum gerçi :) 13 günde gelmiş iki kart da. Avrupaya 20 günde gitmesi (ya da gelmesi) ama Amerika ve Kanadaya çok daha kısa sürede gidişi(gelişi) beni düşündürmüyor değil :)

9 Nisan 2013 Salı

SONRASI...

 Yavaşça kapıyı açtım. L şeklinde bir bar karşıladı beni. Bütün mekan loş ışığın aydınlığında kaybolmuştu. Tam bir gri tonu hakimdi. Vücudumu hiç çevirmeden başımla taradım bütün salonu. Elimle koymuş gibi de buldum yeni arkadaşlarımı.  Hemen Eren’in yanına ilişiverdim.  Çok silik kalacak bakışlarla kızları süzdüm. Hiç tavrımı bozmadan sakin bir şekilde menüye uzandım. "Benim karnım aç" diyerek herkese orada olduğumu hatırlattım. Tam karşımda oturuyordu. Bir gözümü ona bırakıp diğeriyle yemeğime odaklandım. Son patatesimle yemek faslı kapanınca ne içeceğim konusu gündeme taşındı. Yola çıktığımızda bira içilmesine çok sevinmiştim ancak yemekten sonra hiç içmek gelmedi içimden. Ama o tam karşımda oturuyordu. Gözlerimin içine bakıyordu. Her bir bakış arabayla tümsekten geçerken karnımı gıdıklayan şeyi harekete geçiriyordu. Bira içmem konusunda bütün sevimliliğini sundu soframa. Ben de azıcık nazlanıp bütün sofraya iştahla hakim oldum.

4 Nisan 2013 Perşembe

Eski Yeni

        "Hacım biz bir şeyler içmeye gidiyoruz. Sen de gelmek ister misin? Neredesin? Fotokopi mi? Biz de oradayız. Ben seni niye göremiyorum? Tamam. Tamam abi. Geliyorum."

        Aralarında geçen konuşma buydu. Sanki ben orada değildim. Eren fotokopinin kapısına doğru yürümeye başladı. Fotokopiyi bahçeye bağlayan çalılıkların arkasından ise Can göründü. Ortada buluştuk. Yüzünde kocaman bir gülümseme. Yüzümde kocaman bir gülümseme. Elleri cebinde, o bana baktı. Ben ona baktım. Eren onu davet ederken gözleri soru işareti ile dolu sık sık bana bakıyordu, gelmemi istiyor musun  dercesine. Erenin söyleyecekleri bitince gülümseyerek başımı salladım, anladı. "Bekleyin, geliyorum." dedi. İki dakika önce onu gördüğüm yerden eşyalarını aldı ve bize katıldı. Kızılaya doğru yol almaya başladık. Eren ve Canın karnı açtı (erkekler...) önce yemek yemeye, ardından kızların yanına gitmeye karar verdik. 

        Her şey çok güzel gidiyordu. Mesela dün gece umut ettiğim en büyük şey okulda karşılaşıp muhabbet etmekti.  Belki ikinci dönem samimiyetimiz artardı, o zaman Eskişehir yolları beraber görünürdü bize... Planlarımı hep ikinci dönem üzerine yapmıştım, işlerin bu kadar çabuk gelişmesini beklemiyordum. Bu nedenle içime bir kurt düşmüştü, yemek yediğimiz tabldot lokantasında oldukça suskundum. Olayların bu kadar hızlı gelişmesinden tedirgindim. Ben işler nerede sarpa saracak da bu olay elimde(!) patlayacak diye düşünürken, yemeğini yarılayınca keyfi yerine gelen Eren de feminist damarıma basıyor zaten oynayan sinirlerimi zorluyordu. Ben arkadaşımı biliyordum o sadece eğleniyordu da stresimin üzerine tuz biber ektiğinden haberi yoktu.

2 Nisan 2013 Salı

Avrasya Sınavı


        İçtiğim biraların etkisi geçmiş, vicdan azabı ve daha büyük orandaki rahatlama hissimle beraber Rüzgarın bilgisayar başına oturmasını beklerken Erenle konuşuyordum. Yine Ayşegül ile ilgili bir şeyler anlatıyor ben "oğlum o kız senden hoşlanıyor bak işte ondan böyle demiş, bunu yapmış, insaf!" dedikçe bu durumu kabul etmemekte ısrar ediyordu. Her zamanki gibi giden muhabbetimiz "Sen Candan hoşlandın değil mi?" cümlesiyle ciddi bir sekteye uğradı. Önce ekrana boş boş baktım. Sonra aklımdan "Hassiktir çok mu belli ettim!" düşüncesi geçti, ardından hızlı bir manevrayla toparlayıp "Ne alaka, neden böyle bir şey düşündün ki?" diye cevabı yapıştırdım. Cevabımın çok da zekice olmadığının farkındaydım ama durumu kurtarmak adına  ne alaka rüzgarı seviyorum ben(oehh) gibi bir şeyler kıvırarak Canla olası geleceğimi tehlikeye de atamazdım.  Bilirsiniz aşk meşk işleri sözkonusu olduğunda erkekler birbirlerine "o kız nasıl biri hacım?" tarzı sorular sorar ve "O kız sana yaramaz kardeşim." cevabını alırlarsa bir daha o konunun üzerinde bile durmazlar. Üstelik Erenin beni soranlara "o kız sana uygun değil oğlum, çok havalı"(yok artık...) demişliği de vardır hani. Bu nedenle ben durumu nasıl toparlayacağımla ilgili beynimi Atom Karınca ile Flashın hızı arasında bir yerlerde çalıştırırken "Bakışlarından anladım, seni çok uzun süredir tanıyorum." diye cevap verdi bana. Doğal olarak ne diyeceğimi bilemedim ve tam da o sırada çevrimiçi olan Rüzgar hayatımı kurtardı. "Canı nereden çıkardın şimdi çocuğum aklın gitti yine" diyerek Erene veda ettim. Zaten Erenin huyuydu beni (ya da başka herhangi bir arkadaşını) o sırada ilk aklına gelen isimle yakıştırmak ve eğlenmek.