4 Nisan 2013 Perşembe

Eski Yeni

        "Hacım biz bir şeyler içmeye gidiyoruz. Sen de gelmek ister misin? Neredesin? Fotokopi mi? Biz de oradayız. Ben seni niye göremiyorum? Tamam. Tamam abi. Geliyorum."

        Aralarında geçen konuşma buydu. Sanki ben orada değildim. Eren fotokopinin kapısına doğru yürümeye başladı. Fotokopiyi bahçeye bağlayan çalılıkların arkasından ise Can göründü. Ortada buluştuk. Yüzünde kocaman bir gülümseme. Yüzümde kocaman bir gülümseme. Elleri cebinde, o bana baktı. Ben ona baktım. Eren onu davet ederken gözleri soru işareti ile dolu sık sık bana bakıyordu, gelmemi istiyor musun  dercesine. Erenin söyleyecekleri bitince gülümseyerek başımı salladım, anladı. "Bekleyin, geliyorum." dedi. İki dakika önce onu gördüğüm yerden eşyalarını aldı ve bize katıldı. Kızılaya doğru yol almaya başladık. Eren ve Canın karnı açtı (erkekler...) önce yemek yemeye, ardından kızların yanına gitmeye karar verdik. 

        Her şey çok güzel gidiyordu. Mesela dün gece umut ettiğim en büyük şey okulda karşılaşıp muhabbet etmekti.  Belki ikinci dönem samimiyetimiz artardı, o zaman Eskişehir yolları beraber görünürdü bize... Planlarımı hep ikinci dönem üzerine yapmıştım, işlerin bu kadar çabuk gelişmesini beklemiyordum. Bu nedenle içime bir kurt düşmüştü, yemek yediğimiz tabldot lokantasında oldukça suskundum. Olayların bu kadar hızlı gelişmesinden tedirgindim. Ben işler nerede sarpa saracak da bu olay elimde(!) patlayacak diye düşünürken, yemeğini yarılayınca keyfi yerine gelen Eren de feminist damarıma basıyor zaten oynayan sinirlerimi zorluyordu. Ben arkadaşımı biliyordum o sadece eğleniyordu da stresimin üzerine tuz biber ektiğinden haberi yoktu.


        Beyefendilerin tabakları bitmeye yüz tutunca ben de Duyguyu aradım. Çoktan Eski Yeniye gitmiş içkilerini yudumlamaya başlamışlardı. Biz de aheste aheste oraya doğru yürümeye koyulduk. O sırada ev arkadaşımı aradım, o da Sakaryada bir yerlerde arkadaşıyla bir şeyler içiyordu. Sonra yanımıza davet ettim. Çünkü Eren Berilden az buçuk da olsa hoşlanıyordu. Berilin ne hissettiğini ise tam olarak bilmiyordum, bir de Canı görsün de yorum yapsın istiyordum. Hayatımın en doğru kararını verdiğimin farkında değildim tabi ki... Eski Yeni eski kırkbeşliklerin çalındığı, yarı loş ama geniş bir yerdi. Müzikleri eğlenceli, fiyatları uygundu. Kızlar güzel bir yer seçmişti. Yanlarına oturduğumuzda Can bana çok uzak kalmıştı. Herkes ikişerli konuşmalara başladı, sonuçta uzun süredir samimi olan bir grup değildik. Hele Can Eren dışında kimseyi yakından tanımıyordu. Sedefin canı zaten sevgilisinden ayrıldığı için sıkkındı. Mine ve Duygu ise kendi aralarında yoğun bir muhabbete dalmışlardı. Sedef önüne bakıyor, Eren ise fısır fısır Canla muhabbet ediyordu.

        Benim tam karşımdaki duvarda ise kocaman bir küçük prens resmi vardı. Sanırım her şeyin başlangıcı bu oldu. Aa duvardaki küçük prens çok güzel dedim, dalgın dalgın karşıya bakan Sedef hani nerede diye ilgisini direkt olarak resme yöneltti, biz oraya bakınca Can ve Eren de oraya baktı derken küçük prensten sonra herkes muhabbet etmeye başladı. İçkiler de gelince ortam iyice ısındı. Her şey hala iyi gidiyordu. Dakikalar geçti, içkiler içildi, ortam kalabalıklaştı, herkes birbirine yakınlaştı. Müzik başlayınca da Duygu ve Minenin arkasından kendimi pistte buldum. Geri döndüğümde Sedef ve Eren sarhoş olmuştu, Can ise onlarla eğleniyordu. Nefes nefese yerimize oturduk, Canın tam karşısına ise Mine denk geldi. Mine farklı bir insandır. İlk olarak Türkan Şoraya inanılmaz derecede benzer. Onun kadar güzel değildir ama güzel kızdır. Bir de sürekli mini etekler ve topuklu ayakkabılar giyer. İlgi çekmekten ziyade kendi feministliğini ortaya koymak için yaptığı şeylerden biridir. O nasıl oluyor öyle demeyin. Bilirsiniz feminist demek çoğu insanın gözünde çirkin, erkek bulamamış o yüzden erkek düşmanı olmuş ya da lezbiyen kadınların olduğu bir "şey"dir. Minenin vurgusu ise güzelim, alımlıyım ve feministim üçlemesi üzerinedir. Bir de insanlarla (erkeklerle demiyorum, insanlarla) göz süzerek konuşur. Biz oturunca Eren tarafından Berilin ne zaman geleceğiyle ilgili sorguya alındım. Sorgum bitince gördüm ki Mine yine o gözlerini süze süze Canla konuşuyordu! Can ise gayet mutluydu, benim tarafıma bakma ihtiyacı bile hissetmiyordu. Oysa ki şu iki gün ne kadar heyecanlı ve umutluydu.. Amazon nehri bu kadar çabuk kuruyabilir miydi? Ben küskün küskün önüme bakar ve Sedefle muhabbet ederken Berilden haber geldi. Kapıdaydı.

        Berili almaya gittim. Masaya geri döndüğümde Eren Berilin yanına oturmak istediği için ben de kendimi Sedefin yanında buldum. Onun yanında, en dipte ise Can oturuyordu. Dayanamayıp Sedefin arkasından uzanıp koluna dokundum. Ben buradayım. Mineyle ilgilenmeyi bırak! Benimle konuş... Sedefin kafasının arkasından muhabbet edemeyeceğimiz ortadaydı. Sonra dans pisti, masa, tekrar dans pisti ve tekrar masa derken masaya dönünce ben kendimi Can ile karşı karşıya buldum. Uzanıp elinden sigarasını aldım. Bir nefes çektim, geri verdim. Şaşkın şaşkın baktı yüzüme. "Bazen birayla beraber içerim." dedim gülümseyerek. Konuştuk ama ne konuştuk gerçekten hatırlamıyorum. Mine ile uzak kalınca kıskançlığım geçmişti zaten, kendime güvenim de yerine gelince Canı bir teste tabi tutmanın sırası gelmişti.

        Ortalığı biraz karıştırıp hırkamı buldum. Ben ayaklanınca ne oldu diye sordu, "Çok sıcak, hava alacağım" diye cevap verdim. Peşimden gelip gelmeyeceğini merak ediyordum. Bu yaptığım oldukça riskli bir hamleydi, eğer peşimden gelmezse bana karşı en ufak bir ilgisi olmadığını anlayacaktım. Çok üzülürdüm belki ama zararın neresinden dönersen kârdı... "Montunu almayacak mısın?" diye sordu bana, "Hayır." dedim ama hala montları karıştırmaya devam ediyordu. "Ben de geliyorum, bekle" dedi. Beraber dışarı çıktık. Benim üzerimde siyah bir atlet ve ince bir hırka vardı. Can ise kat kat giyinmişti. "Çok soğukmuş," dedim "koluna girebilir miyim?" Gülümsedi. Kolunu uzattı, yanına yaklaştım. Beraber gökyüzüne baktık. Güzel bir geceydi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder