“Paşam, sevgi büyükten küçüğe akar” daha saçlarımın bittiği
nokta dedemin dizlerine bile yetişmiyordu. İncecik bileklerimde narin kızların
iğne oyaları gibi işlenmiş minicik parmaklarım, dedemin bir parmağını
çevreleyemiyordu bile. Ama dedemin
yanında tam bir delikanlıydım. Beni hiçbir zaman kucağında taşımaz her zaman
arkadaşı gibi yanında yürütürdü. Minicik ayaklarımın devasa adımlarına
dedem kocaman ayaklarının minicik adımlarıyla karşılık verirdi. Biz dedemle hep yan yana yürürdük. O da bana “paşam
sevgi büyükten küçüğe akar” derdi gözlerinin
içi güle güle.
Sonra hemencecik kaybettim dedemi. Söylediklerine göre Hakka
yürümüş hem de bensiz (!) 4-5 yaslarındaydım hayat boyle kahpedir dedim geçtim
(!) Dedemin en küçük kardeşi söylemeye başladı bana artık “paşa sevgi büyükten
küçğe akar “ diye. Sıkıcı, kalabalık akraba ziyaretlerinde oynayabileceğim
hiçbir çocuk yok yahut çocukluk ile ilişkilerini Otranto’ya gönderip oyuncaksız
kalmış evlerde. Küçük amca
en sıkıldığım anda anlamsız çene çalan kadınları
bakışlarıyla susturup beni dinlerdi. Ben de ona dünyayı nasıl yarattığımı
anlatır. İnşa ettiğim merdivenleri, binaları, kuleleri, caddeleri en ince detayına
kadar aktarırdım. O hiç sıkılmazdı. Sonra bir baktım küçük amca herkesi öyle
sukunetle dinliyormus. Saygıyla bekliyormus insanları. Hiç bir yerden sırtı
dönük çıkmıyormuş meğer.
Bugün de öyle oldu hepimiz
küçük amcayı dinledik sukunetle. Mübalağsız söylüyorum her odaya giren yüzü
küçük amcaya dönük çıktı odadan. Kimse sırtını dönmedi. Minicik sessizliklerimizle onun derin, yakıcı
sessizliğine ayak uydurduk. O da üstünde beyaz bir örtü karnında bir bıçak
gülümseyerek uyuyordu.