Onu ilk görmem tanıştığımız günün
çok ötesindeydi. O gün sanki bütün kainat bana hizmet ediyordu. Dersten önce
içtiğim kahve tam tadındaydı, yanında itina ile kutusundan çıkarttığım Adıyaman
tütünü her zamankinden daha kaliteliydi, onu tam yakacağım sırada bütün şehir
sus pus olmuştu, sigaranın ilk yanışında çıkardığı tiz bir cız sesi bütün
Ankara sokaklarında yankılanmıştı ki bu benim en çok sevdiğim sesti. O gün kimse
kafamı bulandıracak bir şey söylemedi. Her zamanki gereksiz arkadaşlarla
yapılan gereksiz zorlama muhabbetler açılmadı. Benim en çok sevdiğim; derin
sessizliğin sesini duyduk ve çok huzurluyduk. Bir tek o an hasıl olan serin bir
esinti konuşuyordu benimle. O da en çok sevdiğim ses tonuyla fısıltılı, sakin,
biraz da çekingen. Tam bir huzur kaplıydı bütün dünyada. Duvarları tutan
atomlar bile daha yavaş hareket ediyordu. Güneş tam doğru açıdaydı ve “o” tam
zamanında çıkmıştı karşıma. Kısacık şortunu çekiştirerek sımsıkı poposuna
geçirmiş, dizinin altına kadar çektiği çoraplarla, güzel bacaklarını merakıma
sunmuştu. Adeta anime ve mangalardaki tatlı Japon kızları gibiydi. Duygusal
olduğumu söyleyemem ancak dikkatimi
yüzde yüz oranla çektiği kesindi ve ben o gün onu kendi açımla keşfetmiştim. Keşif
gerçekleşmişti ancak bilinç maalesef yoktu. Bunun neticesinde de tatlı bir anı
gibi kaldı hafızamda. İşte insan bilinçsiz olunca neler yapabiliyor şaşıp
kalıyorum vallahi. Bilinç oluşmadığından dolayı hayatıma kaldığım yerden devam
ettim. Tek bir görevim vardı dünya kadınlarını mutlu edebilmek. Akabinde de
olaylar olaylar…(!)
Böyle
böyle zaman su gibi akıp geçti. Dünya kadınlarını mutlu etme görevimden dolayı
kazandığım popülerlik duvarı zaman geçtikçe yavaş yavaş yıkılmaya başladı. Bütün
bunlara arkadaşlarım da hasıl olan kıskançlık gibi insani duygular da eklenince
halim tek başına yaşayan bir canlıya dönüştü. İşin aslı ben de kendimi
soyutladım insanlardan. Neredeyse kimseyle konuşmaz, çok nadir okula gider
oldum. Bu nadir zamanlar çoğunlukla sınavlara denk gelir ve tek arkadaşım
erenin refakatinde gerçekleşirdi. Onun dışındakiler canımı sıkar Eren’in bile
arkadaşlarını istemezdim. Sınavlar başlamadan Eren’le hiç ders çalışmaz, sınav
haftasında da ders notları için fotokopicinin önünde kamp kurar sınav dönemi
geleneğimizi gururla yaşatırdık. İşte bu günlerden birinde Tam Eren’e ders notu
alabilmek için çok stratejik bir yöntem anlatırken o kız çıkageldi. Hiç de ilk
gördüğümdeki gibi giyinmemişti. Üstüne üstlük alenen benden uzak duruyordu. Benim
bir şeyler anlatmamı umursamadan hemen beni bastırıp Eren’e planlarını
aktarmaya başladı yok kahve içeceklermiş de yok efendim konuşacaklarmış da yok
şen kahkahalar atacaklarmış da boş beleş işler işte. Halbuki biz ne güzel
geleneksel kampımızı huzur içinde ifşa edecektik(!) Hiç muhatap olmadım
kendileriyle. Ellerim ceplerimde notlarımı nasıl alırım diye düşünüyordum ki
gözlerin bana çevrildiğini hissettim. O tatlı kızın neşe dolu gözleri bana
dikilmiş vaziyette, “Kahve içmeye gideceğiz sen de gelmek ister misin?” dedi.
soru işaretinin noktası daha yazılmamışken yapıştırdım cevabı “Nereye
gideceksiniz?”. Bu cevap ben de gelmeyi çok isterim anlamına gelir. Bir an için
bütün şifrelerim çözülmüş gibi hissettim.
Sanki bu kız beni yıllardır tanıyordu da söylediklerimin altındaki anlamları
biliyordu. Bu duygular içinde cümlemin sonuna “Olabilir aslında, ama önce şu
notların fotokopisini alayım” ekleyerek sakin tavrımı geri kazanıverdim. Hep birlikte
yürümeye başladık. Ben verdiğim fotokopi cevabını aklımda mukayese ederken bir
mucize daha gerçekleşti. Ani bir kararla kahve içmek için çıkılan bu yolculuk
bira içme hedefiyle yön değiştirdi. Sosyal
ilişkilerimin dibe vurduğu bir dönemde daha önceleri “biraz” dikkatimi çeken
kızla tanışıyordum. Bu tanışma kahvelerin ağır fincanları altında ya da bira
bardaklarının şen kahkahaları üstünde yapılabilirdi. Kolayca anlaşılacağı üzere
işler biraz lehime dönüyordu. Hep birlikte okulun ana kapısından çıktıktan
hemen sonra ben fotokopilerim için güruhtan ayrıldım fotokopiciyle olan
münasebetim bittikten sonra üşenmeden birde eve giderek kağıt yükünü taşımaktan
kurtulmayı düşündüm. Ufak bir kapıcı dairesi olan evime geldiğimde
fotokopilerin her birini tatlı tatlı düzelttim sonra bir daha düzelttim. Tam
evden ayrılacağım an fotokopilerimin yamuk olduğunu fark edip tekrar döndüm ve
itina ile onları kaldırıp çalışma masamın üstünde hırpalayarak düzelttim.
Yeterince iyi olmadıklarına karar verip tekrar elime aldım ve hepsini diktim.
Sayfaların arasını üfleyerek açtım elimle tekrar düzeltip masanın üstünde bir
kalıp haline getirdim. Sonra onların dağılabileceği ihtimaliyle hemen bir poşet
dosya (gömlek dosya) bulup içine güzelce yerleştirdim. Bokunu çıkarttığımı fark
etmem çok uzun sürse de bunu anlayınca olduğum yere oturup kaldım. Her ne kadar
yapılan davet beni çok fazla mutlu etse de aklımın bir tarafı korku içinde yüzen küçük bir tekne gibiydi. Atlıyı
mı vermiştim yapılan davete? Ne konuşacaktım ki şimdi ben? Kesin huzursuz
olacaktım yanlarında ,kesin çok sıkılacaktım. Tam da o anda bir şey fark ettim.
Küçücük bir şey vardı bu işte. Anlayamadığım bir şey. Onu ilk görüşümden yıllar
geçmesine rağmen her bir detay aklımdaydı. Neden? Birden bire uzun zamandır
varlığını hissetmediğim bundan sonra da yine uzun bir zaman hissedemeyeceğim bir
heyecan ve merak yapıştı yakama ve beni
oturduğum kanepeden kaldırıverdi. (insana bela ya meraktan ya da çok meraktan
gelir derler. İşte benim durumumda ikisi de mevcut) Hızlı hızlı evden çıktım.
Hemen Eren’i arayıp gidecekleri yeri telefonla teyit ettim ve nefes almadan
kendimi okulun biraz ilerisinde, Fakülte’nin duvarlarının karşısında bulunan
kafenin önünde buldum. Tam içeri girecektim ki hovardalık yıllarımdan kalma
bilgiler kulağımda çınlayıverdi. Yeni tanışılan kadınlara karşı direk üstlerine
gidecek hareketlerde bulunmak çok yanlıştı. Buluşulacak yerlere acil bir durum
olmadıkça kan ter içinde kalarak girmek , sizin maça bir sıfır yenik
başlamanıza neden olurdu. Bu durum kişiye gereğinden fazla heyecan duyduğunuz
izlenimi yaratırdı. Hemen toparladım kendimi biraz kapının önünde oyalandım.
Ardından nefesimi düzenleyip bir sigara
molası verdim. Heyecanım ve olağandışı durumumun geçtiğini görüp nefes
alışlarım düzelince içeriye girdim. Uzun bir aradan sonra ilk defa istediğim
şartlar altında yeni arkadaşlarım olabilecekti ve bir tanesi çok garip bir
şekilde bana açılmış bembeyaz bir sayfa gibiydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder