12 Mart 2013 Salı

11 OCAK



            Onu ilk görmem tanıştığımız günün çok ötesindeydi. O gün sanki bütün kainat bana hizmet ediyordu. Dersten önce içtiğim kahve tam tadındaydı, yanında itina ile kutusundan çıkarttığım Adıyaman tütünü her zamankinden daha kaliteliydi, onu tam yakacağım sırada bütün şehir sus pus olmuştu, sigaranın ilk yanışında çıkardığı tiz bir cız sesi bütün Ankara sokaklarında yankılanmıştı ki bu benim en çok sevdiğim sesti. O gün kimse kafamı bulandıracak bir şey söylemedi. Her zamanki gereksiz arkadaşlarla yapılan gereksiz zorlama muhabbetler açılmadı. Benim en çok sevdiğim; derin sessizliğin sesini duyduk ve çok huzurluyduk. Bir tek o an hasıl olan serin bir esinti konuşuyordu benimle. O da en çok sevdiğim ses tonuyla fısıltılı, sakin, biraz da çekingen. Tam bir huzur kaplıydı bütün dünyada. Duvarları tutan atomlar bile daha yavaş hareket ediyordu. Güneş tam doğru açıdaydı ve “o” tam zamanında çıkmıştı karşıma. Kısacık şortunu çekiştirerek sımsıkı poposuna geçirmiş, dizinin altına kadar çektiği çoraplarla, güzel bacaklarını merakıma sunmuştu. Adeta anime ve mangalardaki tatlı Japon kızları gibiydi. Duygusal olduğumu söyleyemem  ancak dikkatimi yüzde yüz oranla çektiği kesindi ve ben o gün onu kendi açımla keşfetmiştim. Keşif gerçekleşmişti ancak bilinç maalesef yoktu. Bunun neticesinde de tatlı bir anı gibi kaldı hafızamda. İşte insan bilinçsiz olunca neler yapabiliyor şaşıp kalıyorum vallahi. Bilinç oluşmadığından dolayı hayatıma kaldığım yerden devam ettim. Tek bir görevim vardı dünya kadınlarını mutlu edebilmek. Akabinde de olaylar olaylar…(!)
Böyle böyle zaman su gibi akıp geçti. Dünya kadınlarını mutlu etme görevimden dolayı kazandığım popülerlik duvarı zaman geçtikçe yavaş yavaş yıkılmaya başladı. Bütün bunlara arkadaşlarım da hasıl olan kıskançlık gibi insani duygular da eklenince halim tek başına yaşayan bir canlıya dönüştü. İşin aslı ben de kendimi soyutladım insanlardan. Neredeyse kimseyle konuşmaz, çok nadir okula gider oldum. Bu nadir zamanlar çoğunlukla sınavlara denk gelir ve tek arkadaşım erenin refakatinde gerçekleşirdi. Onun dışındakiler canımı sıkar Eren’in bile arkadaşlarını istemezdim. Sınavlar başlamadan Eren’le hiç ders çalışmaz, sınav haftasında da ders notları için fotokopicinin önünde kamp kurar sınav dönemi geleneğimizi gururla yaşatırdık. İşte bu günlerden birinde Tam Eren’e ders notu alabilmek için çok stratejik bir yöntem anlatırken o kız çıkageldi. Hiç de ilk gördüğümdeki gibi giyinmemişti. Üstüne üstlük alenen benden uzak duruyordu. Benim bir şeyler anlatmamı umursamadan hemen beni bastırıp Eren’e planlarını aktarmaya başladı yok kahve içeceklermiş de yok efendim konuşacaklarmış da yok şen kahkahalar atacaklarmış da boş beleş işler işte. Halbuki biz ne güzel geleneksel kampımızı huzur içinde ifşa edecektik(!) Hiç muhatap olmadım kendileriyle. Ellerim ceplerimde notlarımı nasıl alırım diye düşünüyordum ki gözlerin bana çevrildiğini hissettim. O tatlı kızın neşe dolu gözleri bana dikilmiş vaziyette, “Kahve içmeye gideceğiz sen de gelmek ister misin?” dedi. soru işaretinin noktası daha yazılmamışken yapıştırdım cevabı “Nereye gideceksiniz?”. Bu cevap ben de gelmeyi çok isterim anlamına gelir. Bir an için bütün şifrelerim çözülmüş  gibi hissettim. Sanki bu kız beni yıllardır tanıyordu da söylediklerimin altındaki anlamları biliyordu. Bu duygular içinde cümlemin sonuna “Olabilir aslında, ama önce şu notların fotokopisini alayım” ekleyerek sakin tavrımı geri kazanıverdim. Hep birlikte yürümeye başladık. Ben verdiğim fotokopi cevabını aklımda mukayese ederken bir mucize daha gerçekleşti. Ani bir kararla kahve içmek için çıkılan bu yolculuk bira içme hedefiyle yön değiştirdi.  Sosyal ilişkilerimin dibe vurduğu bir dönemde daha önceleri “biraz” dikkatimi çeken kızla tanışıyordum. Bu tanışma kahvelerin ağır fincanları altında ya da bira bardaklarının şen kahkahaları üstünde yapılabilirdi. Kolayca anlaşılacağı üzere işler biraz lehime dönüyordu. Hep birlikte okulun ana kapısından çıktıktan hemen sonra ben fotokopilerim için güruhtan ayrıldım fotokopiciyle olan münasebetim bittikten sonra üşenmeden birde eve giderek kağıt yükünü taşımaktan kurtulmayı düşündüm. Ufak bir kapıcı dairesi olan evime geldiğimde fotokopilerin her birini tatlı tatlı düzelttim sonra bir daha düzelttim. Tam evden ayrılacağım an fotokopilerimin yamuk olduğunu fark edip tekrar döndüm ve itina ile onları kaldırıp çalışma masamın üstünde hırpalayarak düzelttim. Yeterince iyi olmadıklarına karar verip tekrar elime aldım ve hepsini diktim. Sayfaların arasını üfleyerek açtım elimle tekrar düzeltip masanın üstünde bir kalıp haline getirdim. Sonra onların dağılabileceği ihtimaliyle hemen bir poşet dosya (gömlek dosya) bulup içine güzelce yerleştirdim. Bokunu çıkarttığımı fark etmem çok uzun sürse de bunu anlayınca olduğum yere oturup kaldım. Her ne kadar yapılan davet beni çok fazla mutlu etse de aklımın bir tarafı  korku  içinde yüzen küçük bir tekne gibiydi. Atlıyı mı vermiştim yapılan davete? Ne konuşacaktım ki şimdi ben? Kesin huzursuz olacaktım yanlarında ,kesin çok sıkılacaktım. Tam da o anda bir şey fark ettim. Küçücük bir şey vardı bu işte. Anlayamadığım bir şey. Onu ilk görüşümden yıllar geçmesine rağmen her bir detay aklımdaydı. Neden? Birden bire uzun zamandır varlığını hissetmediğim bundan sonra da yine uzun bir zaman hissedemeyeceğim bir heyecan ve merak  yapıştı yakama ve beni oturduğum kanepeden kaldırıverdi. (insana bela ya meraktan ya da çok meraktan gelir derler. İşte benim durumumda ikisi de mevcut) Hızlı hızlı evden çıktım. Hemen Eren’i arayıp gidecekleri yeri telefonla teyit ettim ve nefes almadan kendimi okulun biraz ilerisinde, Fakülte’nin duvarlarının karşısında bulunan kafenin önünde buldum. Tam içeri girecektim ki hovardalık yıllarımdan kalma bilgiler kulağımda çınlayıverdi. Yeni tanışılan kadınlara karşı direk üstlerine gidecek hareketlerde bulunmak çok yanlıştı. Buluşulacak yerlere acil bir durum olmadıkça kan ter içinde kalarak girmek , sizin maça bir sıfır yenik başlamanıza neden olurdu. Bu durum kişiye gereğinden fazla heyecan duyduğunuz izlenimi yaratırdı. Hemen toparladım kendimi biraz kapının önünde oyalandım. Ardından nefesimi  düzenleyip bir sigara molası verdim. Heyecanım ve olağandışı durumumun geçtiğini görüp nefes alışlarım düzelince içeriye girdim. Uzun bir aradan sonra ilk defa istediğim şartlar altında yeni arkadaşlarım olabilecekti ve bir tanesi çok garip bir şekilde bana açılmış bembeyaz bir sayfa gibiydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder